Ah Bir Seyyah Olsam: #1 İzmir

Yeni bir seri ile karşınızdayım sayın dinleyenler. Serinin adı ''Ah Bir Seyyah Olsam'' olarak gezdiğim-gördüğüm yerleri olumlu-olumsuz bir şekilde kendi tarzımla değerlendirerek hiçbir sonuca ulaşmayacağım tabiki. Sadece, eğer o şehre veya bölgeye gitmemişseniz biraz fikir sahibi olmanız ve gitmişseniz ''Sen ne anlarsın lan oranın kıymetini'' gibi eleştirilere maruz kalmak. Bu sebeple serinin ilk şehri yakın zamanda Çarşamba'dan Pazar'a kadar kaldığım İzmir'den bahsedeceğim. Buyrunuz;

İzmir;


Uçaktan indiğimde ilk olarak İstanbul'dan daha küçük bir şehre geldiğimi 'yapısal' olarak Adnan Menderes Havalimanı'nın Sabiha Gökçen'e göre daha küçük olduğu düşüncesiyle farkettim. İstanbul'un nüfusuyla kıyaslayacak olursak, buna İzmir de dahil olmak üzere her şehir İstanbul'dan 'genel itibariyle' küçük. Ancak İzmir'in Büyükşehir olduğunu hesaba katarsak, yine de büyük sayılabilir ki sonuçta Türkiye'nin en büyük (nüfussal) 3. şehrine seyahat etmiş bulunmaktaydım.

İzmir'e davet vasıtasıyla gittiğimi belirtmek isterim. Bu davet İlkokul arkadaşım tarafından gerçekleşti ve benimde daha önce yol üzerinden geçmiş olmama rağmen hiç gezme fırsatım olmadığı için davetini kabul ederek gittim. Sağolsun, havalimanında karşıladı beni.

Havalimanından arkadaşımla birlikte eve gitmek için İZBAN denilen benim İZBANDUT dediğim İzmir'in Banliyö hattı ile eve vardık. Ancak İZBANDUT'tan aklımda kalan tek şey ücreti oldu maalesef. İlk basımda 6.50 TL kesti ve indiğim durakta (yanlış hatırlamıyorsam) 3.25 TL geri alabildim. İstanbul ulaşımı ile kıyasladığımda fahiş bir fiyat farkı ortaya çıktığından bana biraz soygun gibi geldi açıkçası. İstanbul'da öğrenci akbili kullanıyorsanız ne anlatmak istediğimi gayet iyi anlayacaksınız ki Metrobüs bile öğrenciden 2.25 kesiyor. Her şeye rağmen moral bozmaya gerek yok dedim ve yoluma devam ettim.

İlk gün Alsancak'ta gezme kararı aldıktan sonra Alsancak çarşısını İstanbul'daki Beyoğlu İstiklal  ve Kadıköy Timsah'ın caddelerinin harmanlanmış hali olarak betimleyebilirim. Sıra sıra dükkanları ile AVM'ye ihtiyacı olmayan bir şehir olarak düşündüm il olarak. Daha sonra şehirde 3 tane AVM bulunduğunu öğrendim ve bu beni gerçekten memnun etti. İstanbul'da adım başında bir AVM olduğunu düşünürsek ki zaten öyle, İzmir'in de AVM bataklığı içerisinde yüzmesini gerçekten istemem.

İzmir'de en çok dikkatimi çeken şey ise insanları oldu diyebilirim. İstanbul'un sürekli baygın ve yorgun insanından çok, şehirdeki çoğu insan sanırım Akdeniz insanının genetik özelliklerini yansıttığından olacak ki, sıcak kanlı, yardımsever ve kibarlardı. Kibarlığa özellikle değinmek istiyorum burada şöyle ki; Trende bile yanlışlıkla ayağınıza çarpan birisi dönüp özüre ihtiyaç duyuyor. İstanbul'da görmek istediğimiz manzaraları İzmir'de yaşamak şehre olan albeniyi benim açımdan arttıran sebeplerden birisi oldu.

Bostanlıyı çok beğendiğimi belirtmeden edemeyeceğim. Zira yanyana alkollü mekanların neşesi, deniz kenarındaki karşılıklı dükkanları, bitmeyen enerjisi ile İzmir'in Kadıköy'ü olarak düşünüyorum.

Daha önce Çeşme'ye tatile gittiğimde, küçük ve şirin bir çarşısı olduğunu gezerek düşünmüştüm ancak bu seferki deneyimimde daha büyük bir çarşısı olduğunu sıcaktan ve nemden hiçbir şey kaybetmediğini farkettim. Çeşme'ninde insanı İzmir gibi sakin ve kibar insanlardı. Ancak Çeşme'ye sadece tatil yapmak için giderim diye düşünüyorum. Çünkü İstanbul'a veya büyük bir şehre alışkın iseniz çeşmenin olanakları belirli bir süre sonra yetmeyecek ve hep daha fazlasını isteyeceksiniz. Bu yüzden Çeşme genel itibariyle güzelliğinden bir şey kaybetmediği gibi, yaşanılacak yer değil, gezilecek veya tatil yapılabilecek yer statüsünde kalıyor benim için.

Çeşme'ye giderken Urla'da kahvaltı yapmamız gerektiğini düşünerek, ''Urla'daki Bahçem'' isimli bir yerde karar kıldık. Benim bu karar ile kafamda ''standart bir kahvaltı mekanı'' düşüncesi oluştu. Ancak mekana girdiğimizde yeşilliğin içinde, küçük bir amfisi bile bulunan hayet şık ve doğal bir bahçesi olan bir yer olması ile o düşünce tuzla buz oldu. 3 kişi gittiğimiz bu mekanda 2 kişilik serpme kahvaltı söyleyerek, (2 kişilik, kişi başı 30 TL) beklemeye koyulduk ve sohbet etmeye başladık ve hızlı bir servis süresi ile mekan tekrar dikkatimi çekmeyi başardı. Göze hitap eden sunumlarıyla birlikte, sanıyorum ki  mekan çalışanı olan bir amca masamıza gelerek, ''Size şu reçelden getirmemişler mi?'' diyerek bir koşu 2 farklı reçel çeşidi masamıza getirdi. Hayatımda ilk defa enginar ve turp reçelini tatmış oldum böylelikle ve gayet beğendiğimi belirtmeliyim. Müşteri memnuniyetini fazlasıyla önemseyen bu mekanı eğer bir gün yolunuz düşerse uğramanızı tavsiye ederim.

Yazımı fazla uzatmamak adına genel olarak İzmirden bahsedecek olursam;

Kibar insanlarıyla, tam bir öğrenci kenti olmasıyla, İstanbul kadar olanakları olmasa da neredeyse yarışabilecek duruma ulaşmasıyla, eski bir şehrin üzerine yeni ve modern bir şehir inşa edilmeye çalışılmasıyla (bence bu konuda belediye sınıfta kalmış), yemek ve içecek alternatifi oldukça fazla olmasıyla (kokoreç tek başına yeter sanırım), ulaşımı pahalı olmasıyla (anlam veremediğim şekilde), insanların kollarında veya arabasının arka camında veya hatta evinin camında bile Ata'mızın imzasıyla ve portresiyle dolu olmasıyla beni cezbeden bir şehir olarak özetleyebilirim.

Bitirmeden önce, Ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün izini İzmir'in her sokağında görmeniz mümkün. Hatta bindiğiniz otobüsün içinde bile rastlamaktasınız ki gerçekten milli duygularınızın ve özgüveninizin tavan yapmaması içten bile değil.

Beni evinde misafir eden ve İzmir'i tanımama vesile olan İlkokul arkadaşım Deniz Can'a selamlarımla...

İyi günler...

Yorumlar

Popüler Yayınlar

İzleyiciler